Çiçeklere zaafım çok büyük. Çocukluğumdan itibaren en sevdiğim, zarafetin temsili “çiçeksi” koku ailesi. Estee Lauder Pleasure, Gucci Envy, Dior Diorissimo, Lancome Poem ve nicesi koku hafızamda birer mutlu anılar bütünü. Parfümör olduktan sonra çiçeklere olan zaafım daha da çok arttı (çünkü çiçeksi koku ailesi parfümerinin kalbi olarak tanımlanır ve çok önem verilir) ve ben yaz kış demeden hep çiçeksi parfümler kullanır oldum. Çiçekler akla daha feminen geliyor, her ne kadar zamanında niş sektör bu algıyı bir nebze kırsa da ama bazı parfümler var ki kadın erkek farketmeksizin üzerinizde baharın gelişi gibi ışıl ışıl parıldıyor, sanki çiçek üstünüzde açıyor. Ben yıllarca bıkmadan, usanmadan Frederic Malle Carnal Flower kullandım. Kaç şişe bitirdim hatırlamıyorum. Ormonde Jayne Sampaquita, Osmanthus ve Frangipani parfümleri yaz mevsiminde her anıma eşlik ettiler. Maison Francis Kurkdjian parfüm evinden Aqua Universalis Forte ise ilk kokladığım andan itibaren Carnal Flower gibi ikinci bir ten oldu bana. Her ne kadar arada farklı markalara yönelsem de yine döndüm dolaştım bu parfümlerimle buluştum.
Yaş almaktan mı yoksa yeni bir şeyleri denemekten imtina etmekten mi bilmiyorum, yeni parfümleri deneme ve kullanma konusunda oldukça muhafazakar bir yaklaşım sergiler oldum. Elimde yüzlerce parfüm olsa da hep aynı parfümleri kullanıyorum ve beni yeni bir parfümün şaşırtmayacağını düşünüp, denemekten kaçınıyorum. Evet hata yapıyorum ve bunun farkındayım ama yıllardır gerek işimden dolayı gerek yazılarımı zenginleştirmek adına o kadar çok parfüm denedim ki bir yenisini olfaktif sistemimle bir araya getirmek istemiyorum. Daha doğrusu yeni bir parfümle bağ kurmaktan kaçınıyorum. Önceleri bir parfümü deneyip, onu anlamaya çalıştığım süreçte ardındaki hikayeleri bir kenara bırakır, onunla bağ kurup kendi hikayemi yazmaya başlardım. Kulağa delice gelebilir ama beni koku dünyasının içine çeken, tanımlaması zor bu güçlü bağ oldu. Anda kalmamı sağlayan ve o anıyı ölümsüz kılmak için tercih ettiğim bir yöntem bu. Görsel hafızam hiç güçlü değildir, işitsel dikkatim ondan beter diyebilirim ama söz konusu koku hafızasına gelince amiyane tabirle “domuz gibiyim”.
Lafı fazla uzatmadan konuyu en sevdiğim çiçeklerden biri olan sümbülteberin özgün bir yorumu olan Tubéreuse Astrale parfümüne getirmek istiyorum. Maison Crivelli parfüm evinin son işlerinden biri olan Tubéreuse Astrale, numunesi elime ulaşana kadar denemek için sabırsızlandığım parfümlerden biri oldu.
Tubéreuse Astrale birçok sümbülteber parfümünün aksine oldukça tatlı-balzamik bir parfüm. Yeşil ve meyvemsi açılışıyla klasik ve standartların içinde bir kompozisyon izlenimi verirken beklenmedik anda ters köşe yapan bir tasarım. Osmanthus notasının kayısıya çalan lezzetli meyvemsi kokusu, kalbinde sıcak bir tarçın ve sonrasında kremsi-laktonik, bol vanilyalı bir baz temelinde dumanlı-deri notalarıyla da yorumlanmış, kalıpların dışına çıkmış bir sümbülteber yorumu. Tubéreuse Astrale ilk denediğimde oldukça şaşırdığım, anlamak için çaba gösterdiğim ama kullandıkça çok sevdiğim bir parfüm oldu. Bütün Quentin Bisch parfümleri gibi inanılmaz kalıcı ve yüksek bir yayılıma sahip. Farkedilir olduğu için etrafınızdaki insanların dikkatini çekmemesi işten bile değil. Bu sebeple çokça iltifat aldığımı da belirtmek isterim.
Tubéreuse Astrale ile aramızdaki ilişki aşka doğru gidiyor diyebilirim. Uzun bir flört sonrası hüsran değil de yavaş yavaş perçinlenen, biraz da tutkulu bir aşk olacak gibi.
– Koray Sevinç