Eski uygarlıkların güneşli bahçelerinden günümüz parfümerilerine kadar narenciye insanlık tarihinde, tıpta ve mitolojide çok özel bir yere sahip. İngilizce adıyla citrus yani narenciye tanımı, Rutaceae familyasına ait olan ve sıcak iklimlerde yetişen meyve ağaçlarını içeriyor. Rutaceae, aralarında yakından tanıdığımız limon, portakal, mandalina, bergamot, greyfurt, turunç, kumkuat ve lime’ın da bulunduğu dev bir aile.
Citrus’un Türkçe karşılığı olan ‘turunçgil’ ve ‘narenciye’ terimleri farklı kökenlere sahip. “Turunçgil”, Farsça kökenli bir kelime olup Arapça’dan dilimize geçmiş. Bu kelime, “narang” sözcüğünden türetilmiş ve “turunç” anlamına geliyor. Öte yandan, “narenciye” kelimesi de Arapça ‘nrc’ kelime kökünden gelen nāranc نارنج “portakal” sözcüğünden +īya(t)¹ ekiyle türetilmiş. Tarih boyunca 1000’i aşkın narenciye türü var olduğu düşünülüyor fakat biz bugün, gastronomide ve parfümeride, günümüzde en yaygın olarak bulunan 50 civarında türü kullanıyoruz.
Narenciyelerin parfümeride kullanılması için izlenilen metod ağırlıklı olarak kabuğundan distilasyon metoduyla esansiyel yağ elde edilmesidir fakat anfloraj yoluyla elde edilen pomat, soğuk sıkım ile elden edilen ‘esans’, çözücü ekstrasyonu ile elde edilen ‘absolute’, narenciyenin çiçeklerinin distile edilmesiyle elde edilen esansiyel yağlar ve distile gibi, narenciye bitkisinin farklı kısımlarını ve farklı ekstrasyon yöntemlerini kullanan metodlar da mevcuttur.
Distilasyonun keşfinden önce, narenciye esansiyel yağları, pres (baskı) yöntemi ile elde edilmekteydi. Narenciye kabuklarındaki büyük miktarlardaki yağ ve hammaddeleri yetiştirme ve hasat etmenin nispeten düşük maliyeti nedeniyle, narenciye esansiyel yağları, diğer esansiyel yağlara oranla daha ucuzdur; o kadar ki, narenciyelerden elde edilen saflaştırılmış limonene, piyasadaki uygun fiyatlı doğal çözücüler arasında yer alabilmektedir.
Tarihte Narenciye
Bugün narenciye denince akla öncelikle İtalya gelse de, narenciyenin hikayesi daha ziyade, binlerce yıl önce, menşei olduğuna inanılan Güneydoğu Asya’da başlar. Tüccarlar ve gezginler oradan Orta Doğu ve Akdeniz de dahil olmak üzere çeşitli bölgelere narenciyeyi getirmiş ve ekimini yaymışlar. Mısırlılar, narenciye meyvelerinin büyüleyici aromasını kucaklayan, onları dini ritüellerde ve lüks ve refahın sembolü olarak kullanan ilk toplumlar arasında.
Narenciye, seçkinler arasında hızla bir statü sembolü haline gelmiş ve kralların ve kraliçelerin bahçelerini süslemiş. O dönem için egzotik olan bu meyvelere olan talep artmış ve İtalya ve İspanya gibi bölgelerde narenciye bahçelerinin kurulmasına yol açmış. Bazı kaynaklarda ilk narenciyelerin ‘yenemeyecek kadar ekşi’ olduğu geçiyor ve bugün bildiğimiz ‘tatlı’ narenciye türlerine nasıl ve ne zaman dönüştüğü tam olarak bilinmiyor.
Tıpta Narenciye
Narenciyeler hoş kokularının yanı sıra geleneksel tıpta da kendilerine yer bulmuş. Kaynaklarda Çinliler ve Yunanlılar gibi eski uygarlıkların, bu meyvelerin tıbbi özelliklerinden yararlandığı biliniyor. C vitamini ve antioksidanlar açısından zengin olan narenciye, bağışıklık sistemini güçlendirmek, iskorbütle savaşmak ve genel refahı artırmak için tüketiliyormuş.
Narenciye kabuklarından elde edilen esansiyel yağlar, günümüzde hala canlandırıcı ve ruh halini iyileştiren etkileri nedeniyle alternatif tıp ve aromaterapide hayati bir rol oynamaya devam ediyor. Narenciye esansın, stres giderici ve ruh halini iyileştiren özelliklere sahip olduğuna inanılıyor ve bu da onları doğal ilaçlar için popüler bir seçim haline getiriyor.
Mitolojide Narenciye
Narenciye mitoloji ve folklorda çok özel bir yere sahip ve genellikle ilahiyat, güzellik ve aşkla ilişkilendiriliyor. Hikayeye göre Zeus ile Hera evlendiğinde Gaia, düğün hediyesi olarak onlara üzeri günümüzde portakal veya limon olduğu düşünülen ‘altın elmalarla’ dolu bir meyve ağacı dalı getirir. Hera meyvelere öyle hayran kalır ki bahçelerine eker, gece perisi Hesperidleri bu ağaçlara bakmak ile görevlendirir ve bu bahçeler Hesperides Bahçesi olarak anılır. Birçok olay sonrasında Eris’in Truva Savaşı’na sebep olacak olan Anlaşmazlık Elması’nı da bu bahçeden aldığı söylenir. Bu ‘altın elmaların’ ölümsüzlük verdiğine inanılıyordu, bu da onları sonsuz yaşam ve bolluğun imrenilen bir sembolü haline getiriyordu. Bahçelere ait hikayeden dolayı narenciye ailesinin Yunanca’daki botanik ismi Hesperidoeidē olarak konulmuş.
Portakal, Çin mitolojisinde doğurganlık ve bolluk ile ilişkilendirilmiş. Hinduizm’de lime, arınma ve koruma sembolü olarak kabul ediliyor. Diğer bazı kültürlerde ise narenciye yaratılış hikayelerinde rol oynamış. Örneğin, Hindu mitolojisinde bir narenciye türü olan ağaç kavunu, diğer isimleriyle citron ya da cedrat, doğurganlığın ve refahın sembolü olarak kabul edilir ve Rigveda gibi eski metinlerde sıklıkla adı geçer.
Narenciye tarih boyunca parfümeriden ilaca, mitolojiden sembolizme kadar kültürlerde derin bir etki bırakmış. Parlak ve iştah açıcı kokuları, neşe, canlılık ve doğa ile bir bağlantı duygusu uyandırıyor. Günümüzde narenciyelerin taze, ferah, yeşil, tatlı, çiçeksi, acı ve ekşi yönleri duyularımızı cezbetmeye devam ediyor ve narenciye hala gastronomi ile parfümerinin en önemli yapıtaşlarından biri.
*1: Kaynak: https://largesizepaintings.blogspot.com/2015/01/edward-burne-jones-garden-of-hesperides.html?m=1
*2: Kaynak: https://en.wikipedia.org/wiki/File:Frederic_Leighton_-_The_Garden_of_the_Hesperides.jp