Gül denilince akla ilk gelen ülke tartışmasız Türkiye oluyor. Birçok ülkenin kendine has bir gülü var ama Türk gülü denilince bizim sektörde akan sular duruyor. Bu nedenle tüm dünyada koku otoriterleri tarafından en saygı görülen gül cinsi Türk gülü oluyor. Ben gülü çok seviyorum ve bunu yazılarımda çokça ifade ettim. Ormonde Jayne Ta’if, Frederic Malle Une Rose, Serge Lutens La Fille de Berlin, Keiko Mecheri Attar de Roses, Tauer Incense Rose gibi ve aklıma gelmeyen birçok kült olmuş gül yorumlarını büyük bir zevk ve aşkla taşıdım ve taşıyorum. Bu kadar gülü sevip hayatında hiç gül tarlası görmemek açıkçası kendime yaptığım en büyük haksızlıklardan biriydi. Gülü tutkuyla seven ve sektörde çalışan biri olarak tatil rotamın başlangıcını gül suyu işiyle sektöre yeni bir soluk getiren arkadaşım Erhan ile Isparta’ya doğru yapmaya karar verdim.
Gülü aynı benim gibi tutkuyla seven Erhan ve Serkan, Türkiye’nin en kaliteli ve gül yağı oranı en yüksek gül suyunu üreterek Rosanate isimli bir marka kuruyor. Markanın gül suyu hiçbir sentetik esans içermiyor. Gül yağı oranı maksimumda olduğu için sanki gül suyu değil de gül merkezli bir parfüm sıkıyormuş gibi hissediyorsunuz.
Geceden vardığımız Güneykent köyüne girer girmez oldukça rahatlatıcı bir gül kokusuyla karşılaşıyorsunuz. Bir gece kalacağımız bu köyde geçirdiğim her vakit benim için o kadar kıymetli ki uzun süredir bu kadar mutlu olduğumu hatırlamıyorum. Şehir kargaşasından bunaldığım için hem doğası, hem güzelliğiyle hem de gülüyle meşhur bir yerde zaman geçirmek paha biçilemez.
Rukiye Hanım gül tarlasının sahibi. Bize köyü tanıtan ve orada karşılayan kişi. Konuşmamız esnasında kış mevsiminin uzun sürdüğünü, bu yüzden gül miktarının önceki yıllar kadar çok olmadığını söylüyor, çıkan gül yağı ve suyunun azlığından üzülerek bahsediyor. Ayrıca gül yağının maliyetinde olacak artışı da ekliyor konuşmasında. Sabah erkenden kalkıp, hava ısınmadan gül hasadına tanıklık etmemizi istiyor. Benim hayalim ise sadece tanıklık etmek değil, ekibe katılıp gül tarlasında çalışmak.
Erkenden kalkıp gül tarlalarına doğru yol almaya başlıyoruz. Tarlalara yaklaştıkça gelen yoğun ve sarhoş edici gül kokusuyla mest olmamak işten bile değil. Ayrıca o kadar heyecanlıyım ki arabadan atlayıp herhangi bir tarlaya dalıp koklamak ve toplamak istiyorum. Tarlaya girer girmez uzun bir süre gülleri koklayıp Türk gülünün olfaktif profilini aklımda tutmaya çalışıp notlarımı aldım. Yağıyla arasındaki koku farkını da istemsizce düşünmeye başladım. Mesela yağını kokladığınızda daha ballı, tatlı ve meyvemsi bir profille karşılaşırken; tarlada daha aldehitli, çiçeksi ve hatta oldukça yeşil bir kokuyla karşılaşıyorsunuz.
Gülü toplarken çok dikkatli olmak lazım. Çiçeğin tam dibinden kavrayıp dalını kırmadan koparmanız gerek. Tabii tarla çalışanları yıllardır bu işi yaptıkları için hem çok hızlılar hem de kusursuz topluyorlar. Ben ise hem dalları hem yaprakları hem de çiçeğiyle ortaya karışık bir toplama gerçekleştirdim. Çalışanlar acemiliğimi fark ederek ‘olsun hepsi bir arada daha güzel kokacak’ diye bana takıldılar ve hep beraber gülüp eğlendik.
Gül bir tutku. Herhalde dünyada hiçbir çiçek onun kadar sevilmedi ve sevilmeyecek. Hiçbir çiçeğe ona yazıldığı kadar hikayeler, şiirler yazılmadı ve yazılmayacak. Parfümeride ise asla ünü bitmeyecek.
– Koray Sevinç