Venedik’te bu yaz zamanı “büken” bir konser deneyimi var.
Hemen ilk bakışta her şeyin bittiği bir yer gibi burası. Bir şeyler için çok geç kaldığınız hissiyle başlıyor, ama ışığın hissi hiç de öyle değil… Müziği duymak, ortamda çıt yokken, mümkün olabilir mi?
Her şey zamanla kendini elveriyor. Her şey tersine, henüz başlıyor olabilir mi?
59. Venedik Bienali’nde İsviçre Pavyonu’nda zamanda ritmik yolculuk, turuncunun binbir tonunda geçişlerle gün ışığında başlıyor ve sizi evveline odadan odaya geçerek ilerlediğiniz, yıkımla hatıralar arasında gidip gelen, zamandan kopuk bir labirentte gibi çevreliyor.
Latifa Echakhch, orkestrasyonu hissedilir bir ortamda farklı bir konser deneyimi yaratmak üzere yola çıktı. “Bir konserden çıkmış hissi yaşatmak istiyorum.” derken aklında günün döngüsü vardı. Bu proje özelinde bir müzisyen hassasiyetiyle işe yaklaşsa da, merak ve anılar, Latifa’nın sanat pratiğinde sık ziyaret ettiği konular.
” Karışık beklentiler, tatmin, yıkım, hatıra ile duyguları tetikleyen, endişeleri ve anlaşmazlıkları, hayalleri ve ütopyaları seslendiren bir zıtlıklar orkestrası. “
Turuncu, gece ve gündüz ile bağ kuruyor, aynı zamanda ateş ve karanlık. Müziğin merkezine yolculukta ortamı hazırlıyor: İçinde gezinebildiğimiz bir dünya olarak müziği hayal edin ve hissetmeye çalışın. Müzik duyduğumuzda bedenimizde ne yaşanır? Müzikte zamanı nasıl deneyimleriz?
Perküsyoncu Alexandre Babel tarafından bestelenen ritimleri ışık koreografisinde takip edebildiğiniz sergi için Echakhch, şan, müzik teorisi ve enstrüman dersleriyle müzikle iç içe iki ön hazılık yılı geçirdi. “Elbette işlerimde melankoli var.” diyor Latifa SWI’a verdiği röportajda. “Zamanda geçiş, yaşananların uzağında durabilmemizi ve onları başka şekillerde hissedebilmemizi sağlar.”
Başlangıç ve bitişin dansının, ışık koreografisi, folk art’tan ilham alan devasa geçici heykellerle hayata geçtiği, sergi için yaratılan dünya, bir önceki bienallerde kullanılmış malzemeler ile üretildi, kapanışta sökülerek sonraki projeler için ileri dönüştürülecek.
The Milk of Dreams başlıklı 59. Venedik Bienali, ‘The Milk of Dreams’, adını sürrealist ressam Leonora Carrington’ın kitabından ve 1950’lerde Meksika’da yaşadığı yıllara ait çizimlerden alıyor. Sıradışı figürler ve hayvanlarla dolu, mistik ve fantastik bir dünyada gezinen ‘The Milk of Dreams’ı bu yıl Venedik’e taşıyan küratör Cecilia Alemani, Carrington’ın dünyası için “… ihtimallerle dolu özgür bir dünya; Aynı zamanda bireye dayanılmaz bir baskı uygulayan bir yüzyılın alegorisi” diyor.
27 Kasım’a dek devam eden programıyla bu başlıkta 59. Venedik Bienali’nde üç ana tema var: ‘Bedenlerin temsili ve metamorfozları’,‘Bireyler ve teknolojiler arasındaki ilişki’ ve ‘Bedenler ile dünya arasındaki bağlantı’…
Bienalde Kısa bir Tur: Birleşik Krallık’tan Kanada’ya, Özbekistan’dan Izlanda ve Suudi Arabistan’a, Sonia Boyce, Nan Goldin, Space Caviar, Füsun Onur, Muhannad Shono, Simone Leigh, Stan Douglas ve nicesi ile Arsenale’de kısa bir tur:
Füsun Onur’un 2022 Türkiye Pavyonu için ürettiği Evvel zaman içinde… başlıklı yeni yerleştirmesi, insan olmayanların yaşantısından öğrenmek, yaşamı olduğu gibi kabul etmek, sevmek ve birlikte yaşamak üzerine bir başyapıt. İnsanların yol açtığı ve gezegenin geleceğini tehdit eden insan odaklı yönetim anlayışına karşı birleşerek mücadele eden bir grup fareyle kedinin öyküsünü anlatıyor. Metal telleri eğip bükerek yaptığı figürleri ile Onur, çözüm yolları arıyor, dans ediyor, müzik yapıyor, seyahat ediyor, âşık oluyor.